Blues sanatçısı Blind Blake’i bir kategoriye sokmak mümkün değil. Genellikle bir ragtime blues’cusu olarak anılsa da bu tanımlama Blake’in müzikal çeşitliliğini betimlemek için yetersiz kalıyor. Gerçek şu ki, zamanının hiçbir blues sanatçısında onunki gibi bir ‘sound’ bulamazsınız. Caz kokan senkoplu gitarı, gitar klavyesindeki hızı ve cümleleri, muzip ve ironik şarkıları, farklı üslupların eşsiz bir sentezini sunar. Teknik olarak hiçbir çağdaşının yanına yaklaşamadığı bu şarkılardaki tekniğe bugün bile erişebilen yoktur. Blake’in hissiyatını yakalamaya çalışan çok olmuştur ama pek azı bunu başarabilmiştir. Penasız, parmakla gitar çalanlar hala Blake’in koyduğu çıtaya erişmeye çalışır.
Blake’i eşsiz yapan özelliklerden biri de tüm blues sanatçılarının en gizemlisi olmasıdır. Nerede doğduğuna, ne zaman ve nerede öldüğüne, yaşamına dair neredeyse hiçbir somut veri yok elimizde; bildiklerimizin çoğu da birçok spekülasyona konu olmuştur. Sanki bir gün Paramount kayıt stüdyosuna çıkıp gelmiş, altı yıl peş peşe mükemmel kayıtlar yapmış (1926-1932); ardında müzikal imzasını taşıyan olağanüstü bir dizi kayıt bıraktıktan sonra geldiği boşluğa dönüp kaybolup gitmiş gibidir. Police Dog Blues, Diddy Wa Diddy, Southern Rag, That’ll Never Happen No More, Too Tight gibi besteleri blues başyapıtlarıdır. Sihirli bir değneğim olsa ve geçmişten tek bir bluescuyla tanışma seçeneğim olsaydı, Blind Blake olurdu bu. Elimde avucumda ne varsa ortaya döker, tüm bildiklerini öğretmesini isterdim. Blake’in müziğini en iyi icra eden nadir gitaristlerden biri olan Ry Cooder, onun hakkında şöyle der:
“Blind Blake büyük bir gitarist, çok önemli bir müzik figürüdür. Zirvede olduğu yıllarda olağanüstüydü. Yumuşak bir dokunuşu vardı, sakin çalar, gitara sert vurmazdı. Senkopları güzel bir his uyandırırdı. Her Geechie’li gibi o da yaptığı işin hakkını sonuna kadar verirdi. Muhteşem bir gitaristti ve büyüleyici “lick”leri vardı”.
Gerçekten de Blake’in bir çanta dolusu büyüleyici “lick”i vardı. Bunların nereden geldiğini hep merak etmişimdir.
Yenilikçi birçok müzisyenin ilham kaynaklarını, onları etkileyen müzisyenleri kolayca tanıyabiliriz. Söz gelimi, Robert Johnson’ı ya da B.B. King’i dinlediğimizde çalış tarzlarından öncüllerini çıkarabiliriz. Ama Blake için bunu söylemek imkansız; bu tekniği ya da bu müzikal fikri şu kişiden edindi demek mümkün değil.
Blake’in hayatına ait konulardan ziyade müzikal kökenleri nereye dayanıyor sorusunun yanıtı çok daha fazla ilgilendiriyor beni. Bu anlamda, caz çaldığını ya da cazdan çok etkilendiğini varsayabiliriz; ancak Blake ilk kayıtlarını 1926’da yaptığında ortada solo caz gitar kaydeden birileri yoktu. Blake’in kayıt yaptığı zamanlarda caz gitar soloculuğunun babası sayılan usta Eddie Lang çığır açan solo parçalarını kaydetmeye başlamamıştı bile – ve Lang’in avangard tek tel üzerinde gidensoloları Blake’in senkoplu “iki elle” çalma tekniği ile pek örtüşmez; bu yüzden orada bir bağlantı yok gibi görünüyor. Benzer bir hükme, Louis Armstrong ve Duke Ellington ile ünlü gitar sololarını ancak 1920’lerin sonlarına doğru kaydeden blues / caz ustası Lonnie Johnson ile kurulabilecek bir bağlantı için de varılabilir. Yani Blake bir başka gitaristten etkilendiyse, büyük ihtimalle bu müzisyen ticari kayıtlar yapmıyordu. Peki Blake piyano da çalmış olabilir mi? Paramount Records, Blake’in “piyano sesli gitarının” reklamını yapmıştı ne de olsa. Ancak bu bile, piyanoyu taklit eden bir gitarist değil de nasıl Blind Blake olduğunu açıklamaya yetmez. Elle çalma tekniği her ne kadar bir ragtime ya da caz piyanistinin sol eline yaklaşsa da Blake gitarın piyano olmadığını biliyordu ve enstrümanından olduğundan daha fazlasını olmasını beklemiyordu. Nasıl olduysa oldu, zamanının çok ötesinde, çağdaşlarının taklit edemediği bir ‘sound’ yaratmayı başardı kendi kendine.
Blake’in tek bir fotoğrafı var elimizde; ama ne fotoğraf! Elinde gitarı, bacak bacak üstüne atmış gülümseyerek oturuyor karşımızda. Tam da onu hayal edeceğimiz bir görüntü: Keyfi yerinde, kendinden emin, rahat, partilemeye ve senkoplu dehasıyla gözümüzü kamaştırmaya hazır.
Blake’in dünyası plantasyondan, kölelik sonrası döneme ait sefalet içindeki – ortakçılık köleliğinden uzakta geçti. Çağdaşı Blind Willie McTell gibi, körlüğü onu da New York, Detroit ve Chicago’ya seyahat etmekten alıkoymadı. Jilet gibi giyinip hayatını kazanmaya çalıştı; saygın bir yaşam sürdü. McTell gibi müziği her tarzı kapsıyordu – Robert Johnson’dan Alberta Hunter’a, folktan popa, poptan lowdown, gutter blues’a; istek parçaları çalarak geçiniyordu. Blues sanatçıları da tıpkı herkes gibi radyo dinliyordu.
Blake birkaç yıl boyunca Paramount etiketiyle Chicago’da kayıtlar yaptı ve şehri evi gibi benimsedi; bu bir gerçek. Orada birçok önemli sanatçının dahil olduğu aktif bir blues ortamının içindeydi. Chicago’lu büyük blues piyanisti Little Brother Montgomery sonraki yıllarda bu toplantıları şöyle anımsıyordu:
“Bu toplantılara prova diyorduk. Genelde herkesin müsait olduğu Pazartesi günleri Blake’de toplanırdık. Birkaç piyanist olurduk: ben, Spand (Charlie Spand) ve bazen de Roosevelt Sykes. Gitaristler de Blake ve bazen de Tampa Red ya da Big Bill Broonzy olurdu. Kaçak içki tüketir şarkı alışverişi yapardık. Aile gibiydik. Blake tempoyu iyi tutar ve zamanının tüm popüler şarkılarındaki akor yürüyüşlerini bilirdi. Tek başına da grup içinde de iyi çalardı ama daha çok blues ve ragtime çalardı. Blake en çok blues severdi. Her zaman blues çalmamızı isterdi.”
Ne şahane bir ortam olmalı!
Blake’in kayıtları iyi satıyordu. Seksen adet parça kaydetti; birkaçı hariç hepsi kendi bestesiydi. Kendine özgü ve unutulmaz besteler… West Coast Blues ve Southern Rag gibi enstrümantal şarkıları diğerlerine kıyasla daha enerjik parçalardır: Ortalığın tozunu attırıp “Hadi bakalım sıkıysa yakalayın beni” gülüşüyle herkesi gölgede bırakır. Diğer yandan daha yavaş lowdown şarkılarına incelik kokan “lick”ler ve cümleler damgasını vurur.
Blake’i dinlediğim ilk anı hatırlayabiliyorum. “Vay be!” demiştim; Ben de böyle müzik yapmak istiyorum.” Birçok blues sanatçısının 1920’li ve 30’lu yıllardaki kayıtlarına erişmek uzun zaman mümkün olmadı. Sonra bu erken dönem kayıtlar 1960’larda yeniden dolaşıma çıktı. Columbia, Robert Johnson’un King of the Delta Blues’unu piyasaya sürdüğünde, blues severlerin aklını başından alan bir deneyim oldu bu. Kısa süre sonra Biograph etiketiyle Blake’in kayıtları da piyasaya çıktı. Bende hala duruyorlar. Blake’in ne yaptığını anlamaya çalışırken haşatını çıkartmıştım plakların. O zamanlarda bir şeyler öğrenebileceğimiz ne internet ne video ne kitap ne de müzik öğretmenleri vardı. Bu müziği öğrenmek için gerçekten çok istemeniz gerekiyordu. Müzik kulağı böyle eğitilir işte!
Bu yeniden sürümler ortaya çıktığında Blake hakkında hiç bilgimiz yoktu. Blake hakkında kimse hiçbir şey bilmiyordu. Aradan geçen kırk yıl içinde çok araştırma yapıldı tabii, blues bilgisi çok gelişti. 1890-1895 arasında bir zamanda Florida’da doğduğu ve 1934’te Wisconsin’de zatürreden öldüğü düşünülüyor. Blake’in kayıtlarına ait tarihleri ve şarkılarının internet linklerini aşağıda bulabilirsiniz.
Blake’in kendinden sonradaki blues sanatçılarını nasıl etkilediğini merak edebilirsiniz. Eski müziklerden bir şeyler öğrenmek eğlencelidir ama kendiniz olma yolunda küçük bir adımdır sadece. Eğer B.B. King hayranı olduğu Lonnie Johnson’un gitar çalışını kopyalamakta başarılı olsaydı bildiğimiz B.B. King olamazdı. Blake, 1960’lı ve 70’li yıllarda popüler olan “folk blues” sanatçıları üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Ry Cooder, Lean Redbone, John Hammond, Paul Geremia, Jorma Kaukonan ve Taj Mahal gibi icracıların hepsi Blake’i yorumlamıştır. Ama öyle sanıyorum ki, Blake’le beraber Blind Boy Fuller, Bo Carter ve ragtime/jug band geleneğinden gelen diğer sanatçıların en büyük etkisi, skiffle müziğinin İngiltere’de popüler hale gelmesiyle birlikte Clapton, Lennon, Richards ve Van Morrison gibi genç ve yeniliğe aç müzisyenler üzerinde olmuştur. Gittikleri yere varmak için hepsi Blake’in (ve arkadaşlarının) izini takip etmiştir.
Bazı türleri tanımlayan, türlerin sahibi olarak nitelenecek sanatçılar vardır; müzikleri başkaları tarafından icra edildiğinde çoğu zaman aynı hissiyatı vermez. Frank Sinatra, Stones, Dylan, Robert Johnson böyle sanatçılardır bana kalırsa. Blake de bu gruba dahildir. Eğlenceli, kusursuz, eşsiz ve zamana meydan okuyan hediyelerini bir de siz dinleyin, bakalım ne diyeceksiniz?
Aşağıda Blake’ten seçtiğim, yavaş blues’dan yüksek tempolu enstrümantale kadar onun farklı stillerde ustaca çalışını gösteren parçalarını bulacaksınız. Elbette ki bütün kayıtlarını internette bulabilirsiniz. Son parça onun Bad Feeling Blues’una benim yaptığım bir yorumdur. Performanslarımda her zaman anısını yaşatmak için bazı Blake parçalarını çalmaya çalışırım. Keyfini çıkarın!
Yazar: Jeff Shucard
Çeviren: Doğa Ertürk
Edit: Gürkan Özbek